ODTÜ Mimarlık Bölümü Başkanı Prof. Dr. Cânâ Bilsel, Havuz&Sauna Dergisi’nin sorularını yanıtladı. Bilsel, “ODTÜ Mimarlık Bölümü olarak, öğrencilerimizin yapı malzemelerini, yapı elemanlarını, bu malzeme ve elemanların özelliklerini, endüstriyel olarak nasıl üretildiklerini ve nasıl uygulandıklarını göstermek üzere birinci sınıf yaz stajından başlayarak ilişkili endüstri kuruluşlarına teknik geziler ve uygulama programları düzenliyoruz” dedi.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kariyer hayatınızdan bahseder misiniz?
ODTÜ Mimarlık Bölümünden 1987 yılında lisans, 1989 yılında mimari tasarım alanında yüksek lisans derecesi aldım. Ecole Nationale Supérieure d’Architecture de Paris-Belleville’de Mimarlık ve Kentsel Tasarım Kuram ve Uygulamaları alanında lisansüstü ve Paris X-Nanterre Üniversitesi’nde Şehircilik alanında doktora çalışmalarımı tamamladım. 1996 yılından bu yana ODTÜ Mimarlık Bölümünde öğretim üyesi olarak mimari tasarım ve kentsel tasarım alanlarında stüdyo yürütüyor ve dersler veriyorum. 2018 yılından bu yana bölüm başkanlığı görevini yürütüyorum. Uluslararası ve ulusal mimarlık, kentsel tasarım yarışmalarına katıldım, ödüller aldım; yarışma jürilerinde jüri üyeliklerinde bulundum. Mimarlık, kent ve şehircilik tarihi konularında kitap ve makale yayınlarım bulunuyor.
Siz mimarlığı nasıl tanımlarsınız? Dünün mimarlığıyla bugünün mimarlığını nasıl karşılaştırıyorsunuz?
Mimarlık, insanın tek başına veya toplu olarak içinde yaşadığı yapılı çevreyi, yapılar ve mekânları, bir diğer deyişle insanın yaşam çevresini tasarlama ve gerçekleştirme sanatı olarak tanımlanabilir. Bu niteliğiyle insan odaklı, insanın iyiliğini ve toplum yararını önceleyen bir etkinliktir. Dünyada en eski mesleklerden biri olan mimarlık, insan var oldukça varlığını sürdüren kimi temel değerleri geçmişten günümüze taşır. Öte yandan her alanda teknolojik gelişmeler ve değişen yaşam koşullarına uyum sağlamak durumda olan bir meslektir. Hızlı kentleşme süreçleri sonucunda kentlerin önceden görülmemiş boyutlarda büyümesi ve yayılması motorlu araçlarla ulaşıma bağımlılığı arttırmakta, diğer yandan internet teknolojisinin hızlı gelişimiyle birlikte uzaktan çalışma, uzaktan eğitim ile birlikte evden çalışma pratikleri de yaygınlaşmakta.
Konuttan başlayarak insanın yaşadığı yapı ve mekânları tasarlama eylemi olarak tanımladığımız mimarlığın, kentli insanın yaşam biçiminde köklü değişimlere neden olan tüm bu gelişmelere yönelik yeni çözümler geliştirmesi gerekiyor.
Kentlerdeki kültürel dokunun oluşup yerleşmesine yapıların ve mimarlığın katkısı nedir? Size göre Türkiye bu anlamda geçmişten günümüze nasıl bir çizgide ilerledi? Anadilimiz gibi öğrendiğimiz geleneksel mimari yaklaşımlar değişim sürecine nasıl girdi?
Sürekli gelişen bilgi, iletişim ve ulaşım teknolojileri yaşam biçimlerimizi geri dönülmez bir biçimde değiştirirken, tarihi yerleşimlerin ve geleneksel mimarlığın geçmişten bugüne insan olarak varoluşumuza, yaşam kültürüne dair kimi değerleri hatırlamamıza, yeniden keşfetmemize olanak sağladığını söyleyebiliriz. Türkiye’de 1950’ler sonrasında kırdan kente göç olgusu ve hızlanan kentleşme süreçleri, ne yazık ki kentlerimizin tarihi çekirdeklerini, geleneksel yerleşimleri içerdikleri tüm değerlerle birlikte büyük ölçüde yitirmemize neden oldu. Bugün bütünlüğünü sürdüren az sayıdaki tarihi yerleşmeyi ve farklı dönemlere ait mimari örnekleri, geleneksel yapıları birer sanat eseri olarak koruyarak geleceğe taşımamız, toplum olarak kültürel mirasımızı korumamız açısından önem taşıyor. Günümüz mimarlığı bir yandan geleneksel mimarlık, yapı ve yaşam değerlerinden öğrenirken, değişen teknoloji ve yaşam koşullarını dikkate alan, geleceğe dönük çözümler üretebilmelidir.
Anadolu Türk hamamlarının, temizliğin yanı sıra, eğlence, doğum ve evlilikle ilgili pek çok sosyal olaya sahne olması açısından, Türk toplumsal yaşamında oldukça önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. Günümüzde bu mekanların mimari tasarımını ve kullanımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bulunduğumuz coğrafyada hamamların Eski Çağ’dan bugüne var olduğunu izliyoruz.
Roma uygarlığından günümüze kalan yapıların ihtişamlı mimarisi, dönemin önde gelen kişileri tarafından yaptırılan bu hamam yapılarının içinde yer aldıkları kent için simgesel bir değer taşıdıklarını ortaya koyuyor. Örneğin, Ankara’da Ulus’ta Çankırı Caddesi üzerinde yer alan Roma Hamamı, M.S. 3. Yüzyılda İmparator Caracalla tarafından yaptırılmış ve sağlık tanrısı Asklepion’a adanmış, büyüklüğüyle Ancyranum kentinin önemini ortaya koyan bir yapıdır. Roma hamamları, kentlilerin gündelik yaşamında temizlik ve sağlıklı yaşam sürmelerini sağlamanın yanı sıra, tiyatrolar gibi, kentin toplumsal yaşamının odağını oluşturan yapılardı. İslâm uygarlığı, Doğu Akdeniz’de süregelen hamam kültürünü İslâm dinine uyarlayarak temizliğin gereği olarak devam ettirmiş; hamamlar toplum yaşamının odağı olmayı sürdürmüştür. Doğu Akdeniz’de bu kültürel süreklilik Osmanlı döneminde de gelişerek devam etmiştir. Osmanlı hamam yapılarının, Roma hamamlarının teknolojisi yanı sıra, mekânların diziliminde de benzer bir kurguya sahip olduğu söylenebilir. Roma hamamındaki frigidarium, tepidarium, caldarium mekân dizilimi, Osmanlı hamamında soyunmalık (camekân), ılıklık (soğukluk) ve sıcaklık isimlerini alır.
Osmanlı kültüründe, özellikle toplumsal yaşamda hamamların çok önemli bir yere sahip olduğunu biliyoruz. Şehirlerde hamamların sayıca çokluğu, Osmanlılarda temizliğe ve halk sağlığına verilen önemi ortaya koyar. Her mahallede bulunan hamamların bir bölümü haftanın belirli günlerinde kadınlara ve erkeklere ayrılırken, bir bölümü ise çifte hamam olarak tasarlanmıştır. Şehrin merkezinde külliyeler bütününde yer alan hamamlar ile çarşı hamamları büyüklükleri ve mimarî özellikleriyle öne çıkar. Kentlilerin haftanın belirli günlerinde düzenli olarak gittikleri hamamlar, bütün gün geçirilebilen, evden getirilen özel hazırlanmış yiyeceklerin yendiği, insanların birbiriyle görüştüğü, birbirinden haberdar olduğu, hanımların oğullarına gelin seçtiği, “gelin hamamı” gibi kimi geleneksel ritüellerin gerçekleştiği toplumsal mekânlardır. Tarihî şehirlerimizde bugün hala ayakta olan Osmanlı hamamlarının varlığı, somut (tangible) ve somut olmayan (intangible) kültürel mirasımızın devamlılığı açısından çok önemli bir potansiyel oluşturmaktadır. Bu yapıların koruma projelerinin hazırlanarak onarılmaları ve özellikle özgün kullanımlarının sürdürülmesi, gerek mimarî anlamda gerekse somut olmayan kültürel mirasımızı geleceğe taşımak açısından önem taşıyor. Tarihî hamam yapılarının özgün kullanımlarının günümüz toplum yaşamına uyarlanarak sürdürülmesi veya kimi yapıların hamam yapısı olarak kullanıma açılabilmesi için, koruma projelerinin hazırlanması ve restorasyon uygulamaları için yatırımcıların ilgisine gerek bulunuyor.
Tarihi hamam yapılarının özgün mimari özellikleri korunarak restore edilmeleri ve kullanıma açılabilmeleri için, yapıların su ve ısıtma sistemlerini, yapısal bozulmalarını çok iyi analiz eden koruma projelerinin geliştirilmesinin önemli olduğunu özellikle vurgulamak isterim.
Su ögesinin geleneksel Türk mimarisindeki yeri nedir? Son yıllarda ortaya konan projelerde su ögesine yaklaşım nasıl?
Mimarlıkta su ögesinin her zaman özel bir yeri olmuştur. Antik kentlerde su perilerine ithafla nympheum adı veriler anıtsal çeşmeler, Endülüs Emevileri’nin Alhambra Sarayı ve bahçesinde olağanüstü incelikle işlenmiş mermer çeşmeler ve havuzlar mimarlık ile suyun bütünleştiği olağanüstü örneklerdir. Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde de çeşmeler, şadırvanlar, havuzlar iç ve dış mekânlarda sıklıkla kullanılmıştır. Bimarhanelerde su sesinin insanın ruhuna iyi gelen, dinlendirici özelliğinden yararlanıldığını biliyoruz. Camilerde, cami avlusunda yer alan şadırvanlar yanında, Bursa’da Ulucami’de olduğu gibi iç mekânda da su ögesinin kullanıldığını, mekânın huşû veren atmosferinde su sesinden yararlanıldığını görüyoruz. Osmanlı şehirlerinde her dönemde kentin ileri gelenleri çeşmeler yaptırmıştır. İstanbul’da şehrin mahallelerini süsleyen, bir çoğu kadın bâniler tarafından yaptırılmış, Osmanlı barok üslûbunu yansıtan çeşmelerin önemli bir bölümü bugün ne yazık ki harap halde, onarılmayı bekliyor. Geleneksel konut mimarisinde de suyun iç mekânda kullanıldığı örnekler bulunmaktadır. Topkapı Sarayı’nda IV. Murat tarafından yaptırılan Bağdat Köşkü, iç mekânın avluda yer alan su havuzuyla bütünleştiği, incelikli bir mimarî mekân anlayışını yansıtır. İstanbul’da, Edirne’de ve Safranbolu’da havuzlu orta sofaları bulunan konaklar bulunduğunu mimarlık tarihi çalışmalarından öğreniyoruz. Safranbolu’da Asmazlar Konağı selâmlık bölümünde iç mekânda yer alan havuz, hem su deposu işlevi gören, hem de mekânı serinleten bir mimarî öge olarak tasarlanmıştır.
Türkiye coğrafyası önemli sıcak su kaynaklarına sahip. Bu kaynaklar mimari açıdan nasıl değerlendirilebilir?
Anadolu, jeolojik özellikleri nedeniyle jeotermal sıcak su kaynaklarının çok olduğu bir coğrafya. Eski çağlardan bugüne bu kaynakların kaplıca olarak kullanıldığını, özellikle Roma döneminde bu kaynaklar üzerinde hamamlar inşa edilmiş olduğunu görüyoruz. Pamukkale’de Hierapolis’te bugün de kullanılan termal havuzda bulunan antik yapı kalıntıları, Bursa’da bugün bir otel kompleksinin içerisinde yer alan Eski Hamam, Yozgat’ın Sarıkaya ilçesinde bulunan Basilica Therma bugüne kadar kaplıca olarak kullanılmaya devam eden Roma hamamları. Antik dönemden kalan bu kaplıca yapılarının bugün hala kullanılabiliyor olması, bu arkeolojik alanları ziyaret edenler için olağanüstü bir deneyim sunuyor. Ancak tarihi sitlerin ve yapıların en doğru şekilde korunarak geleceğe taşınması, koruma-kullanma dengesinde öncelik taşıyor.
Ülkemizin çeşitli şehirlerinde Osmanlı döneminden kalan kaplıca hamamlarının koruma projelerinin hazırlanarak, bu yapıların aynı duyarlılıkla geleceğe taşınması büyük önem taşıyor.
Osmanlı döneminden tarihi kaplıca hamamları ile öne çıkan Bursa şehri, bu niteliğiyle kültür turizmi ile sağlık turizminin bir arada gelişmesine örnek oluşturuyor. Bursa’da Kükürtlü Hamam gibi tarihi hamamlar yanında, erken Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş olan Çelik Palas’ın hamam yapısından da özellikle söz etmek isterim. İstanbullu İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından Art Deco üslubunda tasarlanmış olan bu yapıda, Osmanlı hamamlarının mekânsal özellikleri çok ustalıklı bir biçimde yeniden yorumlanmıştır. Sıcak su havuzunun üzerini örten çinçinli kubbe, suya yansıyan ışık huzmeleriyle iç mekânda özel bir atmosfer yaratır.
Ülkemizde birçok yerde sıcak su kaynakları ve kaplıcalar bulunuyor. Bu kaplıcaların yoğun bir şekilde kullanılmalarına karşılık, yalnızca bir bölümünün belirli standartları sağladığını söylemek yanlış olmaz.
Özellikle iç turizme yönelik kullanılan kaplıca yapılarının çağdaş standartlara uygun olarak projelendirilmeleri gerekiyor. Konaklama tesislerini de içeren kaplıca yapıları, geçmişte olduğu gibi bugün de mimarî açıdan özel olarak projelendirilmesi gereken, özel mekânsal gereklilikleri olan yapılar. İsviçreli mimar Peter Zumthor’un Alpler’de Vals’te gerçekleştirdiği kaplıca yapısı, iç mekânlarda, mekânın ve suyun akışkanlığı, ışık ve volkanik yapı malzemeleriyle iç mekânda yarattığı atmosfer ve içerisinde konumladığı çevre ve dağ manzarasıyla kurduğu şiirsel ilişki ile çok özel bir mimarî başyapıttır.
Yüzme havuzları yapım aşamasından işletim aşamasına kadar pek çok profesyonel disiplini bir araya getiriyor. İyi bir yüzme havuzunun inşasında mimarlığın önemi nedir?
Yüzme havuzları ise bugün ülkemizde giderek sayıları giderek artan, spor ve eğlenceye dönük olarak farklı projelendirilmesi gereken donatılar. Turizm tesisleri yanı sıra bugün birçok konut çevresinde de açık yüzme havuzları yaygınlaştı. Kapalı yüzme havuzlarının sayısı ise nüfusa oranla henüz yetersiz. Dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerin kentlerinde, her mahallede, çoğunlukla yerel yönetimler tarafından işletilen yüzme havuzları bulunuyor. Yüzme ve diğer su sporlarına uygun standartlarda tasarlanmış olan bu kapalı havuzlar, halk sağlığı açısından spora verilen önemi işaret eden ve her biri mimari tasarımıyla nitelikli yapılar. Olimpik standartlarda yüzme havuzlarının ise genellikle kentlerin başlıca spor merkezlerinde ve üniversite yerleşkelerinde yer aldığını görüyoruz. Ülkemizde henüz çok az sayıda kentte olimpik standartlarda yüzme havuzu bulunuyor. Son dönemde ülkemizde inşa edilen kapalı yüzme havuzlarının büyük ölçüde özel işletmeler tarafından yapılan spor merkezleriyle sınırlı ve yüzme sporu için gereken ölçü ve diğer standartları karşılamaktan çok uzak olduğu görülüyor.
Mevcut birçok yüzme havuzunun genellikle yalnızca işlevsel gereklilikleri karşılamak üzere, geniş açıklıklı büyük yapılar şeklinde inşa edilmiş olduğunu, yapı formu ve iç mekân kalitesi açısından hiçbir mimari özellik taşımadıklarını söylemek yanlış olmaz.
Bu yapılarda mekânsal organizasyon, işlevsel ilişkiler ve boyutlandırmanın bu konuda belirlenmiş uluslararası standartlara uygun olarak yapılması önem taşıyor. Ancak bunun ötesinde bir yüzme havuzunun doğal ışık alması, özellikle doğal çevreyle kurduğu mekânsal ve görsel ilişki, iç mekânlarda üç boyutlu görsel ilişkiler kurulması vb. mekân kalitesini etkileyen konuların ustaca tasarlanması, insanların spor yaparken içinde bulundukları mekânda mutlu olmaları, estetik haz alabilmeleri açısından önem taşıyor. Dünyada bu anlamda çok nitelikli yüzme havuzu yapıları bulunuyor. Ülkemizde de çok sınırlı da olsa yeni birkaç yüzme havuzu yapısının bu nitelikleri taşıdığını söyleyebiliriz.
Yüzme havuzu, spa, sauna, hamam gibi sosyal mekanlar projeye ne gibi katkılar sağlamakta? Bu özelliklere sahip projelere gösterilen ilgi konusunda neler söylemek istersiniz?
Günümüzde sağlık, esenlik ve iyi olma halini bir arada tanımlayan “well-being” kavramı toplumda giderek daha fazla kabul gören bir yaşam biçimi tanımlıyor. Toplumsal modernleşme sonucunda terk edilen, unutulan hamam kültürünün, bu defa çağdaş yorumlarıyla yeniden toplum yaşamına dahil olduğunu izliyoruz. Günümüzde yüzme havuzu, spa, sauna ve hamam gibi mekânlar daha çok fitness center niteliğindeki spor merkezlerinde veya kimi büyük otellerde karşımıza çıkıyor. Daha önce de belirttiğim gibi, yüzme havuzlarının kentlerin farklı semtlerinde, üniversite yerleşkelerinde, okullarda yaygınlaşması, her yaştan toplum kesiminin sağlıklı yaşam için spor yapabilmesine olanak sağlanması açısından önem taşıyor. Diğer yandan, özel kuruluşlar tarafından gerçekleştirilen spor ve sağlık amaçlı merkezlerde ise yüzme havuzu ile birlikte veya ayrı olarak sauna ve hamamların yer aldığı spa merkezlerinin -bir zamanlar hamamlarda olduğu gibi-, sosyal mekân olma özelliklerinin de bu merkezlerin tasarımında dikkate alınması gerekiyor.
Üniversite-Sanayi işbirliği konusundaki görüşleriniz nedir? Bu konuda yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
Mimarlık alanında üniversite ile meslek uygulamaları yapan yapı sektörü ve yapı malzemeleri üreten sanayi kuruluşları arasında işbirliklerinin arttırılması gerektiğini düşünüyorum. ODTÜ Mimarlık Bölümü olarak öğrencilerimizin yapı malzemelerini, yapı elemanlarını ve bu malzeme ve elemanların özelliklerini, endüstriyel olarak nasıl üretildiklerini ve nasıl uygulandıklarını göstermek üzere birinci sınıf yaz stajından başlayarak, ilişkili endüstri kuruluşlarına teknik geziler düzenleniyor ve uygulama programları gerçekleştiriliyor. Özellikle Yapı Bilimleri lisansüstü programımızda yer alan öğretim üye ve görevlileri, lisans ve lisansüstü derslerinde ve yüksek lisans, doktora tez araştırmalarında yapı malzemeleri üreten endüstri kuruluşları ve yapı sektörü ile işbirlikleri yapıyorlar. Bölümümüzde Mimarlık ve Yapı Bilimleri Programları, sürdürülebilir yapı tasarımı, yapılarda enerji performansı, havalandırma sistemleri, su yalıtımı, yapılarda otomasyon sistemleri, yangın güvenliği vb. konularda bilimsel araştırma projeleri ve lisansüstü tez araştırmaları yürütüyorlar. Bu alanlarda Üniversite-Sanayi işbirliği olanaklarının geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Geleceğin mimarları olarak yetiştirdiğiniz öğrencilerinize en çok neyi tavsiye ediyorsunuz?
Geleceğin mimarlarına, geçmişten gelen somut ve somut olmayan kültürel değerleri farkında olmaları, bunun yanı sıra dünyadan iyi mimarlık örneklerini izlemelerini, toplumun beklentilerini ve günümüz toplumsal pratiklerini çözümleyerek, nitelikli mimarî tasarım ve uygulamalar yapmalarının önemini göstermeye çalışıyorum.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
İnsan odaklı bir tasarım disiplini olan mimarlığın, insanın sağlığı ve esenliğine yönelik yapıların, iç ve dış mekân düzenlemelerinin gerçekleştirilmesinde önemli bir sorumluluğa sahip olduğunu düşünüyorum. Tarihi kaplıca ve hamam yapılarının korunarak geleceğe taşınmasından, günümüzün yüzme havuzları ve spa merkezleri için nitelikli yeni yapılar ve mekânların tasarımına, bu yapılarda uygun yapı elemanları ve malzemelerinin geliştirilmesine uzanan çok geniş bir yelpazede, dünyada olduğu gibi ülkemizde de mimarların farklı roller üstlenmesi gerektiğine inanıyorum. ODTÜ Mimarlık Bölümü’ne gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ediyorum.
Bir cevap yazın